PENSİLİNİ KİM BULDU?
Bilim tarihine altın harflerle yazılacak bir buluş “sadece bir rastlantının sonucu” olabilir mi? Buluşuyla insanlığa çok büyük bir hizmet yapmış olan bir kimse böyle konuşursa, bunu ancak o kişinin alçakgönüllülüğüne yorabiliriz.
Gerçekte böylesine bir buluş için en azından sabır ve sistemli çalışma, hayâl gücü ve sağlam, sınırsız bir bilgi gerekir. Penisilin’i bulmuş olan Aleksandr (Alexander) Fleming’de bunların hepsi vardı. Fleming 1881 yılında İskoçya’da doğmuştu. Bizdeki orta okul ve liseye eşit öğrenimini yaptıktan sonra tıp fakültesine yazıldı. Bunun için İngiltere’ye gitmişti. 1906 yılında Londra Üniversitesi tıp fakültesinde “doktor” olarak eğitimini tamamladı. Tıbbî araştırmalar yapmağa karar verdi. Özellikle bakteriler konusuyla ilgileniyordu.
Bilindiği gibi, bakteriler çok küçük, tek hücreli, ancak mikroskop altında görülebilen bitkisel karakterde zerreciklerdir. Bunların bazıları insanlar için yararlı olabilir. Fakat çoğu son derece tehlikelidir. Difteri, tifo, zatüre ve tüberküloz 496(verem), bakterilerin sebep olduğu hastalıklardır. Bu küçük mikroplar her yerde -havada, suda, yediğimiz besin maddelerinde, cildimizde ve kanda-bulunabilir. Aleksander Fleming de işte bu bakterilerin ilginç dünyasına eğilmişti. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1914 yılına kadar bilimsel çalışmalarını sürdürdü. Savaşın çıkmasıyla, yüzbaşı olarak Fransa’ya gönderildi. Kraliyet kara Kuvvetleri Sağlık Birliklerinde görevliydi. Yaralıları tedavi ederken, kuvvetli bazı antiseptik (mikroba karşı koruyucu, mikrop öldürücü) maddelerin yararlı olmaktan ziyade zarar verdiklerini gördü. Bunlar mikropları öldürüyorlardı ama, kandaki koruyucu akyuvarları da birlikte öldürüyorlardı. Fleming, daha o zaman insan yapısı için böylesine zararlı olmayacak bir cins bakteri öldürücü bulmayı düşündü.
Savaş bitmiş, Fleming de anayurda dönmüştü. 1928 yılında laboratuarında daha hızlı bir tempoyla sürdürdüğü yoğun çalışmalar , kan çıbanı’na ve diğer bazı enfeksiyonlara sebep olan belirli bir bakteriyle ilgiliydi. Laboratuarındaki yüzlerce jelatin tabakçıkta bu bakterileri üretip inceliyordu. İşte bu sıralarda, günün birinde o “rastlantının sonucu” gerçekleşti. Fleming, küçük jelatin tabaklardan birinin açık tonda mavimsi-yeşil, küf görünüşünde bir şeyle olduğunu farketti. Sıradan bir bilim adamı, “eh, bu tabaktaki bakteri artık işe yaramaz” diye onu atıp geçerdi. Fakat Aleksandr Fleming sıradan bir bilim adamı değildi.
Bilimsel kökenli merakı, onu bu işe daha derinlemesine eğilmeğe zorladı. Jelatin tabaktaki mavimsi-yeşil, küf görünümündeki maddeyi mikroskopla inceledi. Bu madde alelade bir küftü. Latince “küçük çalı” anlamına karşılık “Penicillium” adını taşıyan küf gurubundandı. Rokfor peynirinde ve küflenen ekmekteki küfle yakın bağlantısı vardı. Ancak bu küfün asıl özelliği, jelatin tabakçıktaki öldürücü bakteriyi yoketmiş olmasıydı. Dr.Fleming bu durumu çok ilginç buldu. Söz konusu küfe “penisilin” adını verdi ve çalışmalarını daha yoğunlaştırdı. Aynı küfü değişik sıvılar içinde geliştirdi ve bu sıvıların belirli bakterileri öldürdüğünü ortaya koydu. Difteri, menenjit ve zatürre hastalığı aşılanmış farelerle, tavşanlarla denemeler yaptı. Zamanla bu hayvanların iyileştiklerini gördü. Fakat ne yazık ki çalışmalarını devam ettiremeyecekti. Deneylerini, çalışmalarını sürdürebilmesi için gerekli parası yoktu. Başka bilim adamlarından yardım umdu. Ancak gereken ilgiyi görmedi. 1933 yıllarında “sülfamid “ler grubu diye tanımlanan ilaçlar yaygın bir ölçüde ilgi kaynağı olmuştu. Doktorlar denemelerini, tedavilerini bu guruptan ilaçlar üzerine temellendirmişlerdi. Böylece 1939 yılı gelip çattı, Profesör H.W.Florey ve Doktor E.B.Chain adında iki İngiliz bilim adamı, Fleming’in penisiliniyle yakından ilgilendiler. Penisilin’in “sülfamid” ler grubundaki ilaçlardan daha etkili olduğunu ispatladılar. 1941 yılında, Dr.Florey penisilini insan kanına enjekte etmeğe karar verdi. Deneme ölümün eşiğindeki bir polis memuru üzerinde yapıldı. Beş gün devamlı olarak penisilin iğnesi yapıldı. Belirli bir sürenin sonunda ateş normale dönmüştü. Hasta polis memuru doğrulup oturabiliyor, iştahla yemek yiyordu.
1944 yılında, Aleksander Fleming ve Dr. Florey İngiltere Kralı tarafından ” Şövalye” lik unvanıyla onurlandırıldılar. 1945′ de, Dr.Chain de onlara katıldı ve Nobel Armağanını aldılar. Uzun ve zorlu çalışmalar boşa gitmemişti.